OTONOM ARAÇLAR, AKILLI TEKNOLOJİLER, YAPAY ZEKÂ, ENDÜSTRİ DEVRİMİ BİZİ NEREYE GÖTÜRÜYOR?
1980‘li yılların başında Kara Şimşek isimli diziden esinlenerek sürücüsüz otomobil çalışmalarına başlandı. İlk defa bir Alman mühendisin yaptığı kamera sistemiyle sürücüsüz otomobiller yollara çıkmaya başladı. Günümüzde silikon vadisindeki birçok otomobil firması, yazılımlar üzerinde gelişmeler yaparak, araçlarını test ediyorlar. Otomotiv, teknoloji ve telekomünikasyon sektörlerini bir araya getiren bu proje, hem finansman hemde beyin takımı açısından oldukça güçlü destekleniyor. Bunun sebebi, sürücüsüz ya da otonom otomobillerin yakın gelecekte eşi benzeri görülmemiş bir ekonomik, sosyal ve çevresel bir değişime de yol açacaklarının düşünülmesidir. Her ne kadar insanların rahatı ve refahı için düşünülmüş olsada bu sistemler, taksicileri, otobüs şoförlerini, karasal ulaştırmadaki tüm şoförleri ortadan kaldıracak.
Yapay zekâ, bir bilgisayarın veya bilgisayar kontrolündeki bir robotun çeşitli faaliyetleri zeki canlılara benzer şekilde yerine getirme kabiliyeti. İngilizce artificial intelligence kavramının akronimi olan AI sözcüğü de bilişimde sıklıkla kullanılır (Vikipedi). İnsan yerine düşünüp, karar verecek makinelerin varlığını bir düşünün. Üretimden tüketime, sağlıktan savunmaya, hatta sanattan edebiyata kadar her alanda her şeyi yapabilecek kabiliyette makineler. İnsanın yerini alabilecek Yapay Zekâ ya sahip makineler. Sizi bilmem ama beni düşüncesi bile ürpertiyorken, çalışmalara çoktan hız verildi bile. Geçenlerde ABB ye ait bir robotun koltuk iskeletini nasıl monte ettiğini gördüm. Yapay bir zekâsı yoktu fakat öğretilmiş bir program yardımı ile önündeki platformun üstünde koltuk montajını yapıyordu. Robotun iki kolu ve (insan gibi) ve etrafındaki cisimleri ayırt edebilen bir kamera sistemi vasıtası ile çeşitli parçaları kutularından alıp, yine çeşitli ekipmanlar kullanarak çok seri ve hızlı bir biçimde montajı gerçekleştirdi. Bu şu anlama geliyor: Montaj hatlarında kullanılan insanlara ihtiyacımız kalmıyor.
İşçi kavramının bittiği ve yerini makinenin devraldığı üretim metodu da Endüstri 4.0 ile start almıştır. Nedir endüstri 4.0: Endüstri devrimini açın, internetten okuyun. 1.0, 2 ve 3 ten sonra gelen 4.0, yani versiyonu 4’e yükselen sanayi devrimi, üretime katılan bilgisayarların bir çıt uzağına giderek, birbirleri ile haberleşen, veri toplayan, aldığı verileri değerlendirip, yine kendi içinde karar verebilen, bir nevi kapalı devre üretim sistemidir. Üretimde maliyetleri düşürmek adına, teknolojide ilerlemek isteyen insanoğlu, 4.0 ile birlikte tam otomasyona geçmiş olacak. Amerika bu sayede Çin de ürettiği mallarını daha ucuza üretebildiği için, tekrar kendi ülkesinde üretmeye başlayacak. Onu en yakından takip eden Almanya da birçok ürünü artık daha kolay ve hızlı üretecek. Bu şu anlama geliyor: Daha ucuz ve güvenli ürünler ortaya çıkarken, adını bile duymadığımız yeni meslekler oluşacak ve üretimdeki insanlar şuanda ki işlerini kaybedecek. Böylece artık hiçbir şey dünya üzerinde eskisi gibi olmayacak. Fakirler daha fakir, zenginler daha da zengin olacaklar.
YENİ MAKİNE ÇAĞI NASIL BİR KIRILMA YARATACAK?
Yaşanacak ilerlemenin neticesinde ortaya çıkacak bolluk ve açılmanın yanı sıra yeniçağda yapılması gereken müdahaleler nelerdir? Buhar gücüyle çalışan makineler ve onu model alan diğer yenilikler nasıl ki kas gücünün yerini aldıysa, bilgisayarlar ve diğer dijital yenilikler de beyin gücünün yani dünyayı anlama ve şekillendirme becerimizin yerini alıyor demektir. Yeni makine çağının, insanlığın gelişim çizgisinde Watt’ın buhar makinesi kadar şiddetli bir kırılma yaratıp yaratmayacağı sorusu çok büyük önem taşıyor.
-Erik Brynjolfsson ve Andrew McAfee’nin yeni kitabı “İkinci Makine Çağı”nda Hollandalı satranç ustası Jan Hein Donner’e, IBM’in Deep Blue’su gibi bir bilgisayarla karşılaşsa nasıl hazırlanacağı soruluyor. Donner bu soruya, “Yanımda bir çekiç getirirdim!” şeklinde yanıt veriyor. Yazılım ve otomasyondaki bazı yeni gelişmeleri kırıp dökme hayali kuran tek kişi Donner değil. Çünkü kendi kendine giden arabaları, robotlu fabrikaları ve rezervasyon yapan yapay zekâları mümkün kılan bu gelişmeler yalnızca mavi yaka işleri hızla eskitmekle kalmıyor, artık beyaz yakalıların, hatta büyük satranç ustalarının hünerlerini bile geride bırakıyor. Son 10 yılda çok büyük bir olay oldu. Bu her işte, fabrikada ve okulda hissediliyor. Ortalama kavramanın kalmadığı; işverenlerin artık ortalamanın üstündeki yazılımlara, otomasyona ve ucuz dehaya ulaşabildiği bir dünya söz konusu. İkisi de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden olan Brynjolfsson ve McAfee’yse daha ayrıntılı bir açıklama getiriyor ve İkinci Makine Çağı’na girdiğimizi söylüyor. Onlara göre Birinci Makine Çağı, 1700’lerin sonunda buharlı motorlarla doğan Sanayi Devrimi’ydi. McAfee, bu dönem için, “Her şey insan kasını ilerleten güç sistemleriyle ilgiliydi” diyor. “O çağda birbirini izleyen her icat daha fazla güç üretiyordu. Ama onlarla ilgili kararları hep insanlar alıyordu”. Yani emek ve makineler birbirini tamamlıyordu. İkinci Makine Çağı’ndaysa, diyor Brynjolfsson, “Bilişsel işlerin, hangi gücün ne için kullanılacağını belirleyen kontrol sistemlerinin de çoğunu otomasyona bağlıyoruz. Bugün birçok yapay zekâlı makine insanlardan daha iyi kararlar verebiliyor”. Yani yazılım güdümlü makineler insanları tamamlamaktan çok onların yerini almaya başlayabilir. Yazarlar bunu “Üstel, dijital ve tümleşik” olarak tanımladıkları teknolojik gelişmelere bağlıyor. “Üstel’e” örnek olarak, satrancı icat eden adama hayran kalıp ona istediği ödülü teklif eden kralın hikâyesini anıyorlar. Mucit, ailesini doyurmak için pirinç dilemiş. Kraldan sadece satranç tahtasının ilk karesine bir pirinç tanesi, sonra her müteakip kareye bir öncekinin iki katı pirinç konmasını istemiş. Kral kabul etmiş, ama sonra anlamış ki bir şeyi 63 kere ikiye katlayınca inanılmaz rakamlar ortaya çıkıyor (satranç tahtasının ikinci yarısı sona erdiğinde 18 kentilyon pirinç tanesi). Yazarlar, satranç tahtasının ikinci yarısını, dijital hesap gücünün her iki yılda bir ikiye katlanmasıyla ilgili Moore Yasası’na benzetiyor. Performansı 70 yılda bir ikiye katlanan fiziksel nitelikli buhar gücünden farklı olarak bilgisayarlar, Brynjolfsson’un sözleriyle, “Her şeyden daha hızlı gelişiyor”. Dijital satranç tahtasının ikinci yarısında olduğumuz içindir ki, kendi kendine giden arabalar, esnek fabrika robotları, bir nesil öncesinin süper bilgisayarlarına eşdeğer akıllı telefonlar görüyoruz. Buna bir de internetin yayılmasını ekleyin; çok geçmeden dünyada herkesin akıllı bir telefonu oldu ve her yazar kasa, uçak motoru, öğrenci tableti, internet üstünden dijital veri yayınlayacak. Bütün bu veriler, kalıpları anında fark edip çözümleyebileceğimiz, işleyen kalıpları anında küresel ölçekte yineleyebileceğimiz ve işlemeyenleri de anında düzeltebileceğimiz anlamına geliyor (İster kesirli sayıların öğretimiyle, ister 9 bin metrede bir uçak motorunun daha iyi çalışmasıyla ilgili olsun). Yazarlar, gelişmenin hız ve ivmesinin müthiş artacağını savunuyor. Tümleşik ilerlemeden kastedilen, bir Google haritasını Waze gibi bir akıllı telefon uygulamasıyla (telefonlarını arabada taşıyan sürücüler rotaları üstündeki trafik durumunu otomatik olarak iletirler) kombine edebileceğiniz ve ikisini de, trafik şartlarına bakıp size en iyi güzergâhı söyleyen bir GPS sistemiyle kaynaştırabileceğinizdir. Daha az insan gerektiren ve teknolojiye daha fazla dayanan bütün ilerlemeleri bir araya getirince, bizim kuşağımız dünyayı düzeltme (veya yok etme) konusunda görülmemiş bir güce sahip olacak. Fakat bu aynı zamanda, toplumsal sözleşmelerimizi de yeni baştan değerlendirmemizi gerektiriyor. Çünkü hem bireylerin kimliği ve haysiyeti, hem de toplumların istikrarı için emek büyük önem taşıyor. Yazarlar, insan emeğinden alınan verginin düşürülmesini ve dijital emeğe göre maliyetinin azaltılmasını; insanların makinelere karşı değil, “Onlarla birlikte yarışması” için eğitimin yenilenmesini; yeni endüstri ve işleri icat eden girişimciliğin daha çok teşvik edilmesini; hatta asgari bir gelirin garanti edilmesini öneriyor. Onlara göre baştan düşünülmesi gereken çok şey var, çünkü yalnızca durgunluk kaynaklı bir istihdam eksikliği değil, işyerini yeniden biçimlendiren (ve şiddeti durmadan katlanan) teknolojik bir kasırga da yaşanmaktadır.- (moment)
Bu kadar yazı yazdıktan sonra teknoloji bu işin neresinde diye sorarsanız eğer, dünyanın sonunu getirecek olaylardan biriside teknolojik devrim olarak açıklanmıştır. İnsanoğlunun ilerlemesinin sonu yok. Bu ilerleme ahlaktan yoksun kaldığı, yani başkalarının senin yerine karar verdiği anda, senin için bilinen hayat biter. İşte Yapay Zekâ ya sahip, ileri teknoloji üretim sistemleri, akıllı sistemler, kendi kendine giden otonom araçların v.s. , günün birinde karar mekanizmalarının insanlığın sonunu getirmeyeceğini kimse garanti edemez.
Teknolojik devrimlerin gerisinde kalmayın. Ama esiri de olmayın.
Müh. FEVZİ ÖZÇAKMAK